...Bilindiği üzere vampirler geceleri mezarlarından çıkıp insanların kanlarını içtiğine inanılan doğa ötesi varlıklardır. Vampir öyküleri genelde Transilvanya kaynaklıdır. Drakula efsanesinin çıkış yeri de Transilvanya'dır. Ve Drakula gerçekten yaşamış bir kişidir. Asıl adı Vlad Drakul olan bu adam şimdiki Romanya topraklarında hüküm süren küçük ama zalim bir hükümdar idi. İşi gücü savunmasız Türk köylerine saldırıp insanları öldürmekti. Tarih kayıtlarına göre yakaladıklarını kazığa oturtur, diri diri ateşte kızartır, yüreklerini yer, kanlarını içerdi. Fatih Sultan Mehmed Han çağında yaşayan bu adam Türkler'e saldırıyordu, ama yalnızca savunmasız olanlarına. Hiçbir zaman Türk ordusunun karşısına çıkma cesaretini gösteremedi. Sürekli olarak Türk ordusundan kaçtı. Ama sonunda Türk akıncıları onu kıskıvrak ele geçirdiler ve layık olduğu karşılığı, Türk akıncılarının elinden buldu! Ve sonra şahsiyeti üzerine bir Vampir Drakula efsanesi ortaya çıktı.
Türk kültürü ve mitolojisinde vampirlik ya da vampirizm kavramları bulunmaz. En azından ben şimdiye kadar rastlamadım... Fakat, Osmanlı tarihlerinde bir vampir öyküsü mevcuttur. Bulgaristan'ın Türk yönetimi altında bulunduğu dönemlerde Tırnova kadısı olan Ahmet Şükrü Efendi'nin hükümet merkezine gönderdiği bir resmî yazıda, bir vampirizm vakasından söz edilmektedir. Ayrıca bu olay hicrî 19 Rebiülahir 1249, miladî 1833 tarihli Takvim-i Vekayi gazetesinin 68. sayısında yayımlanmıştır ki Takvim-i Vekayi'nin devletin resmî gazetesi olması olayın ilginçliğini daha da arttırmaktadır.
Tırnova kadısı Ahmet Şükrü Efendi'nin hükümet merkezine gönderdiği resmî yazı şöyledir:
Tırnova'da cadı türedi, gün battıktan sonra evlere musallat olmağa başladı. Zahireye dair un, yağ, bal gibi nesneleri birbirine katar, kah bunların içlerine toprak karıştırır, kah yüklüklerde bulduğu yastık, yorgan, şilte ve bohçaları didikler, açar, dağıtır. İnsanların üzerine taş, toprak, çanak, çömlek atar. Hiç kimse bir şey göremez.
Birkaç erkek ve kadının üzerine de saldırılmış. Bunlar çağırıldı, soruldu. "Üstümüze sanki bir manda çökmüş sandık" dediler. Bu yüzden, iki mahalle halkı evlerini bırakıp başka yana kaçtı. Kasaba halkı, bunların cadı ya da vampir denilen kötü ruhların işi olduğunda ittifak etti. Bunun üzerine İslimye kasabasında vampir avcısı olarak tanınan Nikola adındaki adam Tırnova'ya getirildi. 800 kuruşa pazarlık edildi. Bu adamın elinde resimli bir tahta vardı. Mezarlığa gider, tahtayı parmağı üzerinde çevirirdi. Tahtadaki resim hangi mezara bakarsa vampirin o mezardaki kötü ruh olduğu anlaşılırdı.
Büyük bir kalabalık ile mezarlığa gidildi. Vampir avcısı resimli tahtayı parmağında çevirmeğe başladı. Resim, sağlıklarında yeniçeri ocağının kanlı zorbalarından olan Tetikoğlu Ali Alemdar ile Apti Alemdar denilen iki sakinin mezarlarına karşı durdu. Mezarlar açıldı. Ölülerin cesetleri yarım kat büyümüş, kılları ile tırnakları üçer, dörder parmak uzamıştı. Gözlerini kan bürümüştü. Çok korkunç idiler. Mezarlıktaki bütün kalabalık bunu gördü. Bu adamlar sağlıklarında her türlü fesadı irtikap etmiş, ırza, namusa, mala tecavüzde bulunmuş, adam öldürmüşler, ocakları lağvedildiğinde de her nasılsa yaşlarına riayet olunarak cellada verilmemiş, ecelleriyle ölmüşlerdi. Sağlıklarında yaptıkları yetmemiş gibi, şimdi de halka kötü ruh olarak musallat olmuşlardı.
Vampir avcısı Nikola'nın tarifine göre bu gibi habis ruhları defetmek için cesetlerin yüreğine bir ağaç kazık çakılır, daha sonra da yürekleri kaynar su ile haşlanırmış. Ali ve Apti Alemdarlar'ın cesetlerine de aynı muamele yapıldı ama hiç tesir etmedi. Cadıcı Nikola, bu cesetleri yakmak gerek dedi. Bu husuta şer'an izin verilebileceğinden ruhsat verildi ve iki yeniçerinin mezardan çıkarılan cesetleri yakıldı. Bunun üzerine çok şükür kasabamız cadı şerrinden kurtuldu